Yazarlar

Anne, İran'ın İki dili Mi Var?

Her bir insanın yaşadığı bu hayatta öncelikleri olur. Herkes tek olduğu gibi arzuları da tek olur. Renkli dünyamızın, arzuları da çeşitlidir. Okumak, öğrenmek, çalışmak, sevmek, sevdiklerini sevindirmek ve sair ... Burası çok şey eklemek olur. Bana öyle geliyor ki, bu hayatın en güzel yüzlerinden biri de dünyanın ilginç noktalarına gitmek ve onları tanımaktır. Dış işleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun eşi Sara Davutoğlu görüşmede bana şöyle bir fikir söylemişti - Dünyanın güzelliği Doğu'da. O, kocası Ahmet beyin Malezya'da çalıştığı süreden konuşurken çok ilginç nüanslara değiniyor ve doğunun güzelliğini tasvir ediyordu. O konuştukça, ben de güzel hayaller kuruyor ve ne vakitse Doğu dünyasını karış karış gezeceğime kendimi hazırlıyordum. Aslında imkanım olsa (imkan zamanı kastediyorum, bana öyle geliyor dünyayı tek bir libasla da yürüyebilir, dervişler gibi-QA) bugün işte bu misyon için dünyayı dolaşır, en ilginç anları görüntülemeyi amaçlıyorum. Bir de istiyorum ki, benim gördüğüm o güzellikleri herkes, öyle dahil benim yavrularım da görsünler ve güzelliğin meskeninin Doğu olduğunu duysunlar. (Çünkü çocuklarımız sadece yerli ve yabancı TV'nin görmek istediklerini görürler-QA) Bu çocuklarımla beraber yurt dışında tarihi yerleri görmek için 2'nci seferim idi. Bundan önce Azerbaycan'ı diyar dolaşıp onlara ülkemizin ucqarlarını göstermeye çalışmıştım. Çok uzatmayım, bu kez adresi İran'ı seçtim. Benim kendim için de bu ülkede görmek istediğim çok yerler var. Bir de, Batı'nın Müslüman dünyasındaki politikasından sonra böyle bir karara gelmiştim ki, ne kadar ki, Doğu'daki güzelliği tam dağıtmadılar oraları görmek gerekir. Buna kadar Afganistan'ın güzelliği tahrip edilmiş, buddalar dünyanın gözü önünde patladı (Buddaları "Taliban" partlatmışdı ama onları da yetiştiren öyle Batı olmuştu), Babil-Irak'ın tarihi yerleri yıkılmış, Suriye'de hatta Nesimi'nin mezarı da viraneye çevrilmişti. Şükür son zamanlar İran halkası etrafında siyasi düşünceler yoktur. Fakat bugün yok, yarın olabilir. Böylece yolumu İran'ın Germi kentinden düşürüp, Erdebile, Tebriz'e, Tahran'a, Kerec ve nihayetinde Zencana gittim. Her birinde tarih dolu taşlar, duvarlar. Gerçekten de görmeye değer. Örneğin Tebriz'deki tarihi Rüşdiyye üniversitesinin kalıntıları göstermektedir ki, İslam dünyası hep savadlanmağın yanlısı olup. Düşünün edirsiz 14. yüzyılda Tebriz'de Azeriler üniversite kurup, çevresinde ise 30 bin insan yaşıyordu. Üniversitenin kütüphanesinde 60 bin kitap olup, maalesef istilalar döneminde bu kitaplar ya yakıldı, ya da çalındı. Burda Settarhanın ev müzeyi, Şehriyarın mezarı, tarih müzesi, Erk kalesinin azameti, Erdebil'de ise Şah İsmail'in, Şeyh Sefinin mezarını görmeye değer. Şah İsmail'in mezarı etrafında ise Çaldıran savaşının şehitleri uyuyur. Ama mezardan şaha ait hiçbir şey bulamazsın. Onun altın tahtı Türkiye'nin Topkapı sarayında, yere düşürdüğü halısı ise yanılmıyorsam şimdi Londra'da Victoria ve Albert müzesinde muhafaza. Mekberenin bir zamanlar duvarlarını süsleyen tarihi eserlerin büyük çoğunluğu Rusların istilası sırasında Moskova'ya taşındı. Settarxanın ev müzesinde Azerbaycan adı ile yayınlanan bu makale lap şimdiki günümüzde de geçerlidir. Tilki ne kadar elbise giyinse de öyle tilki. Eski alfabe ile yayınlanan bu madde yaklaşık 1900'lü yıllarda haftalık dergide yer aldı. Tarihi Gök cami ise gerçekten de güzelliği ile aleme car çekiyordu. Karakoyunluların son hükümdarı Cahan şahın yaptırdığı bu mimari örneği halen muhteşemliğini koruyor. Şahı ölümünden sonra burada defin eleseler de istilalar sırasında onun kemiklerini de götürürler. Geriye ise işte böyle boş mezarlar kaldı. Başka bir konu. Pehlevilerin Saadəbad bağındakı ikametgahında birçok müzeler toplanıb.Onlardan biri de Silah Müzesi. Bu müzede Akkoyunlular tutmuş, Safeviler, Kaçarlar dönemine ait çeşitli silah- sursatlara saklıdır. Hepsi de Azerbaycan adı ile. Örneğin, buradaki bu madalya Azerbaycan'daki başarılara göre verilse de kimin kime gönderdiği belli değil. Üzerinde ise bu sözler yazılmıştır. Azerbaycan için elde edilen başarılara göre ... Maalesef, Pehlevilerin hakimyyəti döneminde Kaçarların sahip olduğu tarihi zenginliklerin bir çoğu yok edildi. Ama yine de bir şeyler bulmak olur. Örneğin, son İran şahının eşi ülkeden kaçarken kıyafetini aceleyle nasıl soyunubsa, ona el vurmayıblar. Bugün müzede o kıyafetler atıldığı yerdece kalıyor. Ferah Pehlevi'nin geride bıraktığı bu güzel elbiseleri şimdi turistlere sergiliyorlar. (Fereh Pehlevi kendisi ise ülkeye gelemiyor ve Amerika'da göçmen hayatı yaşıyor) Kendisi de işte Fereh'in adına göre bu müzelere bakmaya gelenler daha çokturlar. Altından tabaklar, bronzdan heykeller, fil dişinden satranç tahtası, altın ve gümüşten işlenen aynalı odalar ve şahlardan hediyeler. Rıza Pehlevi'nin dahil oğlu Muhammed Pehlevi'nin şahsi silahlarını da bu müzede bulursun. Burada hem de her bir Azerbaycanlı kendisinin tarihini buluyor. Rıza Şah'ın bu odasından ise konuşmamak olmuyor. Lensin hazırlanan bu odada Rıza Şah'ın tahtı saklanır. Ama diyorlar Şah çok rahat olan bu yatak tahtını oğlu Muhammed için göndermişler. Kendisi ise yerde uyumaya tercih verirmiş. Fakat tarihe bak, oğlunu şahlık tahtına onu devirenler üretiliyor. Kendovan. Tebriz'den yaklaşık 50 kilometre dışında bulunan masallar alemi. Zamanında taş kayaları sekerek ev ettiler. Tarihi 3000 yıl öncesine bağlansa da, bu mekan bile görünüyor ki, İran'ın geçmişini hem de çok uzak geleceğe bağlıyor. Düşünün edirsiniz, bu güzelliği bizim Azerbaycanlılar yaratmışlardır. 3 bin yıldır, babadan toruna aktarılan bu anıtlar olduğu gibi de korunmaktadır. Fakir olan yerli nüfusun geçimi düzeltip sattığı eşyalardan ve gelen turistlerden aldıkları kirayelerden çıkıyor. Düşünün burada kalmak için bir gece 10 dolar. Eğer ilave ettiğim bu çıkışı dinlerseniz siz de taşta ve kayada yaşayan Azerilerin bizden biri olduğunu görürseniz. Kısacası 5 gün içinde güzellik gördüm. Nereye gittiysek sadece Azerbaycan dilinde konuşanlarla karşılaştık. Küçük Ceyhun da Ana İranlıların iki dili, bir bizimki bir de kendi dilleri var dedi. Dönüşte Zencan bölgesinde yolu yanlış yöne gitmemek için şoförümüz yol polisinden yönü Farsça sordu. Aynı trafik polisi emekdaşının Farsça değil, Türkçe yanıt vermesinin ardından öğrendim ki, o, Farsça zor konuşuyordu. Dönüşte ise sevinirdim. Biz Azeriler, Türkler gerçekten de büyük bir coğrafyanın, büyük bir tarihi toprakların insanlarıyız. P.S. Şunu da söyleyeyim ki, müzelerde fotoğraf çekmeye pek imkan verilmiyordu. Bu nedenle resimlerin çoğunu gizli çektim. Buna göre özür diliyorum. Çekmeye bilmezdim.